December 16, 2013

The Blue Castle by L.M. Montgomery

The Blue CastleThe Blue Castle by L.M. Montgomery
My rating: 4 of 5 stars

Valancy lives a drab life with her overbearing mother and prying aunt. Then a shocking diagnosis from Dr. Trent prompts her to make a fresh start. For the first time, she does and says exactly what she feels. As she expands her limited horizons, Valancy undergoes a transformation, discovering a new world of love and happiness. One of Lucy Maud Montgomery's only novels intended for an adult audience, The Blue Castle is filled with humour and romance.


Valancy tutucu bir ailenin, yaşı günümüz şartlarında geçkin olmasa da, evde kalmış diye nitelendirilen, ailesinin sözünden çıkmamış, sadece odasında mavi bir kale hayal edip, o kalenin içinde yaşadığı anlarda kendisi olabilen kızı.  Doğa kitapları dışında kitap okuması bile yasak... Çalışmak, gezmek, eğlenmek söz konusu bile değil... Günün birinde kalbindeki ağrının onu bir yıl içinde öldüreceğini öğreniyor ve sonunda sadece kendisi için yaşamaya başlıyor. Önce söylemek isteyip de yuttuğu her şeyi söylemeye başlıyor, sonra iş bulup evden ayrılıyor, ailenin tüm söylediklerine kulağını tıkıyor ve yaşadıkları yerde katil olduğuna dair dedikodular dolaşan adamla evlenip golü atıyor.

Ben fanfiction okurken çok beğendiğim bir hikaye vardı, başında "The Blue Castle favori kitabım, bu hikayede de ordan esinlendim" yazıyordu. Çok kasvetli bir hikayeydi ama çok güzeldi, The Blue Castle da aklımda öyle yer etmişti ama kendimi kasvetli kitap modunda bulamadım bir türlü, dolayısıyla da bu kitabı erteledim durdum. Şimdi o fanfiction yazarına da buradan seslenmek istiyorum: O kadar yazmışsın bu kitaptan esinlendiğini, peki hikayenin aksine, bu kitabın komedi olduğunu niye yazmadın!? Okuyup ağlayayım diye başına oturdum, kikirdemekten yorgun düştüm. Nasıl bir esinlenme bu? Hikayeyi birebir kopyalamana rağmen, bu kitaptan o deli hikayeyi nasıl çıkarttın be kadın?

Alakasız insanlara saldırmamı bitirip biraz karakterlerden bahsedeyim; ben hiç haz etmem mıy mıy, kendi ayakları üzerinde duramayan (özellikle kadın) karakterlerden. Valancy de kitabın ortalarında açılmasına rağmen, başlangıçta aynı sevmediğim tipte bir karakterdi. Belki yaşadığı dönemden, belki ailedeki diğer insanlara daha çok sinir olduğum için, neden bilmiyorum ama hiç rhatsız etmedi beni. Aileye laf yetiştirdiği bölümlere bayıldım, kendi için yaşamaya karar verdiği andan itibaren de en sevdiğim kadın karakterler listeme girdi.

Aileyle ilgili de tek tek bahsetmeyeceğim ama genel olarak şunu söyleyeyim, hangi din için olduğu fark etmez, yobazlık kadar nefret ettiğim şey yok. Aileden kimseyi sevemedim dolayısıyla... 

Ve gelelim Valancy'nin evlendiği gizemli adam Barney'ye... Bir insanın başına en kötü ne gelebilir? İsmi Barney olabilir, evet bu da doğru ama asıl cevap şu olacaktı:
Kimseye bulaşmadan, kendi halinde yaşarken delinin biri gelip "ben bir sene içinde ölücem, hadi evlenelim" diyebilir. Barney de bunu kabul edebilir, kadının ailesiyle eğlenebilir, o ölecek kadına aşık olabilir, bunu da çaktırmayayım diye kendini yiyebilir.

Evet, bir Mr. Darcy değil belki ama çok çok yakınlarında benim için.

Kitabın yazımıyla ilgili de hiçbir şey söylemeyeceğim, zaten klasik bir eser. Sadece klasikleri İngilizce okumaktan çekinirim. Süslü anlatımları, ağdalı dili anlayamayıp kitabı mundar etmekten korkarım. Bu kitapta korktuğum başıma gelmediği için memnunum. Çok çok beğendiğim bir kitap oldu, yazarın yetişkinler için yazdığı az sayıda kitaptan biri olması üzücü.



No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...